DÜNYA
Giriş Tarihi : 20-10-2023 23:21

Bakan Fidan: Filistin meselesinde Batı'nın hem kendine hem dünyaya söylediği bir yalan var

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, katıldığı bir yayında Filistin ve İsrail arasındaki gerilimi değerlendirdi. Bakan Fidan, "Filistin meselesinde Batı'nın hem kendine hem dünyaya söylediği bir yalan var. O yalan üzerine de ciddi bir sistem kurulamaz. Giderek kan kaybı da oluyor. Bunu da görüyoruz" diye konuştu.

Bakan Fidan: Filistin meselesinde Batı'nın hem kendine hem dünyaya söylediği bir yalan var

Hamas'ın askeri kanadının 7 Ekim'de düzenledi Aksa Tufanı Operasyonu sonrası İsrail'in Gazze'ye bombardımanları devam ediyor. İsrail ve Hamas arasındaki gerilim devam ederken Orta Doğu'da da ipler gerildi. Diplomatik trafiğini sürdüren Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, katıldığı TRT Haber yayınında sorunun çözülmesine ilişkin açıklamalarda bulundu.

 

"Batı için üretilmiş gerçeklik algısı, Ukrayna'da bir hareketi desteklerken, Filistin'de başka bir hareketi destekliyor. Günün sonunda aslında aynı denklemin aşağı yukarı olduğu noktada iki tarafta. Eğer Ukrayna için bir argüman getiriyorsanız aynı argümanı Filistin içinde getirmeniz gerekiyor" diyen Bakan Fidan, "Filistin meselesinde Batı'nın hem kendine hem dünyaya söylediği bir yalan var. O yalan üzerine de ciddi bir sistem kurulamaz. Giderek kan kaybı da oluyor. Bunu da görüyoruz" diye konuştu.

Bakan Fidan'ın açıklamalarından satır başları:

Filistin meselesi bizim için önemli bir mesele. Çeşitli aşamalardan geçmiş bir konu ve 7 Ekim'de başlayan son kriz, son dram da bizi gerçekten endişelendirmekte. Daha önce de 2009'da, 2014'te Gazze kuşatmaları olmuştu. İsrail'in yine Gazze'ye yönelik çok ciddi operasyonları olmuştu. O dönemde de önce Cumhurbaşkanımızın Başbakan olduğu dönem ve sonra Cumhurbaşkanı olduğu dönemde de arabuluculuk görüşmeleri ve diğer ilgili konularda görevlendirdiği ekibin içindeydim.

Konunun tarihi ile beraber, yakından tanıklarından biriyim. 7 Ekim'deki kriz birçok ilgili çevrenin geleceğini gördüğü fakat üstünü örttüğü bir kriz. 7 Ekim'de başlayan Hamas saldırıları, aslında İsrail'in özellikle son 10 yıldır bölgede yürüttüğü politikanın yanlışlığının bir delili oldu. Kendisi için geliştirdiği ulusal güvenlik sisteminin zafiyetlerini ortaya koymakla beraber, esas itibariyle diplomasi yoluyla ortaya koymaya çalıştığı yapının, sistemin aslında bir başarısızlık projesi olduğunu da gösterdi.

Biz Türkiye olarak başından beri özellikle İsrail'in sadece kendi komşularıyla barış yapıp, Filistinlilerle iki devletli çözümü kabul etmemesini stratejik bir hata olarak görüyorduk. Ama gerek Amerikan merkezli konuyu anlatan mecralar gerek Avrupa'nın bunu satın alması, bölgede de bu konuyu destekleyen unsurlarla beraber; hikaye sanki doğrunun kendisiymiş gibi sunulmaya başladı. Ama biz biliyorduk ki bu kriz bir yerden patlak verecek. Çünkü her ne kadar İbrahim anlaşmalarıyla birtakım şeyler ilerliyor gibi gözükse de, esas itibariyle konunun muhatabı olan Filistinlilere yönelik baskının, zulmün daha sistematik, daha yaygın ve daha sık hale geldiğini gördük. Bunun bir yerde patlayacağı aşikardı. Bunun bu şekilde patlaması ve arkasından bu krizin doğması aslında kimse için şaşırtıcı olmamalı.

Şu anda esas itibariyle bir insanlık dramı yaşanmakta. Bu insanlık dramı karşısında bir ne yapıyoruz? Devlet olarak, birey olarak, bölge ülkeleri olarak, Birleşmiş Milletler olarak. Bütün ulus devlet sistemi, bütün uluslararası sistem, bütün bölgesel ittifaklar bu konu karşısında ne yapıyorlar buna bakmak gerekiyor. Şimdi bu kriz bir önceki krizden farklı. Çünkü İsrail çok büyük bir intikam peşinde. 7 Ekim'de verdiği kayıplar, şu anda kadar verdiği en büyük kayıplar.

Bu kaybın telafisini barışta değil, intikamda gördüğü için büyük bir misilleme peşinde şuanda. Fakat bu misillemeyi yaparken sivil nüfusa dikkat etmemesi, onların altyapısının üstyapısının her türlü şekilde bombalanması ve toplu cezalandırma yolunu tercih etmesi insanlık için çok ciddi bir şekilde endişe kaynağı olması gerekiyor. Bizim ülke olarak ortaya koyduğumuz tavır bunun hiçbir şekilde, hiçbir hafifletici sebebe gitmeden bir kriz olarak tanımlanması, bir insanlık suçu olarak nitelendirilmesi. Buna yönelik tavrın alınması ve buna öncelik etmek. Bugün itibariyle Gazze'de elektrik yok, su yok, topyekün kuşatma var. İsrail şu anda geliştirdiği savaş stratejisiyle özellikle kuzeyden başlayıp, güneye kadar belirli alanları boşaltılması gereken alanlar olarak tasvip etmiş durumda. Buna göre de çok yaygın bombalamaya gitmiş durumda. Şuanda özellikle sivil nüfusun kuzeyde yaşadığı yerlerin büyük bir bölümü bombalanmış durumda. 1 milyondan fazla insan güneye gitmiş durumda. Şimdi insanlar güneyde kalmakla Mısır'a gitmek arasında bir tercihe de zorlanıyorlar. Bu da olayın başka bir kriz boyutu.

Şimdi krizin bütün taraflarıyla mümkün olduğunca temas içerisindeyiz. Birkaç kulvarda bu işi götürüyoruz. Birincisi özellikle Gazze'deki dram nasıl sona erdirilebilir; bir ateşkes, bir insani yardım, mümkünse esir takası gibi kolaylaştırıcı unsurlar nasıl hayata geçirilebilir. Bunlara ilişkin çalışmalar var. Asıl daha kapsamlı çalışmaları da, bölgeye güvenliği ve kalıcı barışı getirecek yapı ne olmalı, bunun öncülüğünü yapmak gerekiyor. Bu noktada atılan adımlar var. Şu anda olayın sıcaklığı nedeni ile taraflar çok ciddi bir çatışma hali içerisindeler. Sıcak savaş vuku bulmakta.

İsrail'in Gazze'deki askeri hedeflerine ulaşması için ortaya koyduğu çabaya Amerikalılar da şu an ortak olmuş durumda. Hem Amerikan başkanının hem milli güvenlik yetkililerinin hem de askeri makamların yaptığı açıklamalara baktığımızda görüyoruz ki; Amerika özellikle Gazze'ye, Hamas'a yönelik operasyonlarda İsrail ile beraber hareket etmek konusunda, onu destekleme konusunda tam bir fikir birliği içerisinde. Tabii burada şunu görmek gerekiyor. Ortada sadece Hamas ve İsrail yok. Filistinli diğer gruplar var. Bölgede Filistin davasına müzahir diğer silahlı gruplar var. Başta Hizbullah olmak üzere. Çok geniş yelpazede bu olayın muhtemel tarafı olmaya hazır gruplar da var.

Hem bölgedeki devletler hem bölge dışındaki ilgili devletlerle, hem devlet aktörleri hem devlet dışı aktörlerle çok yoğun bir diplomasimiz var. Birincisi konuya ilişkin tarafların pozisyonlarını net alıp, ona göre bir analiz yapmak gerekiyor. İkincisi taraflar yürütülen çalışmalarda nerede duruyorlar, neyi görmek istiyorlar onu görmek gerekiyor. Bizim geliştirdiğimiz politika, Cumhurbaşkanımızın vizyonu doğrultusunda esas itibarıyla çatışmaları durdururken, insan dramını önlerken, bir sonraki aşamada mümkünse daha büyük çatışmaları değil, barışın yolunu açacak bir çabaya girmek. Buna yönelik yapılan çalışmalarda belli konuları şimdiden tartışmaya başladık.

Türkiye'nin iki kulvarda da gerçek ve sahici rol oynamasını isteyen taraflar var. Bunlar özellikle samimi bir şekilde bize gelip kendi rehinelerin kurtarılmasını isteyen taraflar, ülkeler var. Bu şu anda üzerinde çalıştığımız konulardan biri. Biz bunu Hamas ile görüştüğümüz zaman burada şu anda savaş şartlarından dolayı kendileri de bu grupları bir araya getiremedi. Bu gruplarla ilgili inisiyatifin kullanılabilmesi için sessiz bir zamana ve sürece ihtiyaç olduğunu birkaç günlük süreyle ifade ediyorlar. İsrail askeri nedenlerden dolayı şu anda bu ateşkes sürecini pek vermek istemiyor. Şu anda bunun müzakereleri var.

Diğer taraftan insanı yardımlara ilişkin yürüyen çalışmalar var. Geçtiğimiz hafta Kahire'deydim. Orada yaptığımız görüşmelerde, biliyorsunuz Gazze'ye Refah Kapısı üzerinden yardım yapılıyor. Orada El Ariş limanına getirilen çok sayıda insani yardım var. Türkiye'den şu ana kadar 80 ton yardım gitti. Başka ülkelerden de geliyor, diğer ülkelerle de koordinasyonumuz devem ediyor. Mısır bu konuda çok ciddi kolaylaştırıcı bir rol oynuyor. Ama içeriye henüz bir yardım götürülebilmiş değil.

Bunları yaparken diğer taraftan ülkelerle biz konuştuğumuzda, Filistin meseli İsrail'i de ilgilendiren bir konu olduğu için Amerikan'ın ve Batı'nın koşulsuz desteğini alan İsrailliler, Filistin meselesinde kendi görüşünü açıklamak isteyen, kendi gerçek sahici tavrını ortaya koymak isteyen bölge ülkelerini bile inanılmaz derecede baskı altına almış durumdalar yıllardır. Bu ülkelerin teker teker baskı altına alınmaları, ufak teşvik edici maddi ve ticari konularla ve siyasi teşviklerle bunların politikalarını İsrail lehine kolaylaştırmaları yıllardır süre gelen bir pratik. Bütün sistemin ortaya çıkardığı ilişkiler ağı şu anda barışı getirmiyor. Ne İsrail'e ne Filistin'e güveni getirmiyor.

Burada sistematik olarak uygulanan büyük bir yalan var ve bu yalanın açıkça ifade edilmesi ve sahici olarak uluslararası toplumun bu meseleyi sahiplenip iki devletli çözümü mümkün kılması gerekiyor. Aksi takdirde bu kriz 2014 krizinden daha büyük. 2014, 2009'dan daha büyüktü. Bundan sonraki kriz de bugünkü krizden büyük olacak. Bu akleden bütün insanlığın göreceği bir gerçek. Bu gerçeği görüp de bunun gereğini yapmamak ancak rasyonalite ile değil aşırı politize olmuş, biraz daha çok yoğun bir kimlik politikası izleyen, daha çok Siyonizm'i ve Siyoniz çevreleri destekleyen yapıların ortaya koyduğu bir tavır. Şimdi bu sarmalın içinden çıkmak için neler yapılmalı, bunun arayışı içerisindeyiz. Bunun da açıkçası diplomasi ile ilerletilebilecek çok ciddi alanlarının olduğunu düşünüyoruz. Gerek İslam İşbirliği Teşkilatı, BM Platformu Türkiye'nin bu görüşlerini ilerletmesi için uygun ortamlar diye düşünüyorum.

Birincisi bizim ortaya koymaya çalıştığımız görüş, her iki tarafından sahici olarak güvenliğini gözeten bir görüş. Burada mümkün olduğunca gerçekçi, iki tarafın da menfaatini gözeten, Filistinlilerin ihmal edilmiş haklarını geri veren bir yaklaşımın bölgede herhangi bir şantaja maruz kalamadan veya kaldığı zamanda umursamadan ortaya koyacak durumda olduğumuz için bizim görüşümüz önemli. Yani özellikle Cumhurbaşkanımızın tavrını biliyorsunuz mesele Filistin meselesi olduğu zaman, mesele diğer stratejik konular olduğu zaman; ülkemizi, bölgemizi, milletimizi, İslam dünyasını, Türk dünyasını yakından ilgilendiren hiçbir konuda, hiçbir dayatmayı, baskıyı, şantajı kabul etmiyor. Bu böyle olunca sizin görüşünüz sahici olarak değer görüyor.

Fakat bölgedeki birçok ülke belli konularda gerçek tavrını ortaya koyamıyorlar. Bunun nedeni her ülkenin kendi başına ciddi siyasi, ekonomik, güvenlik problemlerinin olması. Ve bu konuda Batı ile ABD ile bir türlü alışveriş içinde olmaları. Tabii bunların kendilerine karşı bir koz olarak kullanılması ve İsrail lehine tavırlarının itilmesi bu ülkeler nezdinde yaralayıcı bir durum. İsrail'in bugüne kadar ortaya koyduğu politikayı da engellemeyen bir durum olarak karşılarına çıkıyor.

Türkiye ise bu problemlerden bağımsız bir şekilde, Batı'nın dışında İslam dünyasından, bölgeden Filistinlilerin hakları için neler yapılması gerekir ve 'biz konuda taşın altına sokmaya hazırız' noktasında olan bir ülke. Bence bizi kıymetli yapan bu. Bu konuda biz bir irrasyonelite içerisinde değiliz, stratejik hesaplarımızda bir yanlış hesaplamaya gitmiş değiliz.

İnançlarımızın ve duygularımızın düşüncelerimizi daralttığı bir durumda da değiliz. Biz son derece açık bir zihinle stratejik hesaplarımızı yaparak, bölgedeki aktörlerin, hegemonların ve devlet dışı diğer aktörlerin ne türden etkileşimler içinde olduğunu görerek, bugüne kadar aldıkları tarihsel tavırları da göz önüne alarak bir çıkış içerisindeyiz. Aslında biz bire bir diğer ülkelerle konuştuğumuz zaman, özellikle bölge ülkeleriyle bu konuda bizden ayrı düşündüklerini görmüyoruz. Problem ne düşündüğümüz değil, burada bir ayrılığımız yok çoğu zaman. Temel problem ortak tavır koymakta ya da tek taraflı tavır koymakta. Tavır geliştirilemiyor İslam dünyası. Bugüne kadar çok ciddi kınamalarımız oldu ve bu kınamalar çok fazla bir sonuç getirmedi.

Hiç kimsenin gönlü razı değil yani bölgede. Hangi ülkeye giderseniz gidin, gerçekten bu konu çok tatsız onlar için. Çünkü bir çaresizlik sarmalı içerisindeler. Biz artık bu sarmaldan çıkılması gerektiğini düşünüyoruz. Biz İslam dünyasının gerekli diplomatik platformlar kullanması durumda insanlığı da bu sarmaldan çıkarıcı bir uyarıcı görevi oynayabileceğine inanıyoruz. Buna da muktedir olduğumuzu düşünüyoruz. Yeter ki İslam ülkeleri Filistin konusunda kendi potansiyellerini görsünler. Çünkü şöyle bir gerçeklik var; İki devletli çözümü, Filistinlilerin haklarının verilmesini, onlara karşı yapılan zulmün durdurulmasını desteklemeyen hiç kimse yok. Fakat bakıyorsunuz zulmün kendisi tüm hızıyla devam ediyor ve giderek daha da boyut kazanıp, sistemli hale geliyor. Giderek daha sistemli hale geliyor, daha umursanmaz hale geliyor. İnsanlığın kendini kandırdığı bu noktada bizim ortaya daha nitelikli bir tavır koymamızın bir anlamı olmalı diye düşünüyorum.

Gerçekten birçok konuda olduğu gibi medya üzerinden üretilen gerçeklik algısının çok sistemli işlendiği zaman jeostratejik konularda da işe yaradığını görüyoruz. Filistin konusu da bunlardan biri. Bizim gerçeklik odağımızı kaybetmeden rasyonel politikalar geliştirerek ve muhatap olduğumuz aktörlerin de kapasitelerini hesaba katarak ilerlettiğimiz bir süreç var. Bu sürecin inşallah hayırlara vesile olacağını düşünüyorum. Daha da önemlisi bunun bölge için hayırlı olduğunu düşünüyoruz. Özellikle barışı ve güvenliği sağlayacak daha iyi bir görüşü olan varsa biz onu da dinlemeye hazırız.

Batı için üretilmiş gerçeklik algısı, Ukrayna'da bir hareketi desteklerken, Filistin'de başka bir hareketi destekliyor. Günün sonunda aslında aynı denklemin aşağı yukarı olduğu noktada iki tarafta. Eğer Ukrayna için bir argüman getiriyorsanız aynı argümanı Filistin içinde getirmeniz gerekiyor. Gerçekten değerlere, prensiplere dayalı, evrensel, ahlaki normlar üzerinden bir politika üretimi yok ortada. Bunu da beklemiyoruz zaten. Çok fazla politize edilmiş ve kimlikler üzerinden yürütülen bir politika var. İsrail'in kayıtsız şartsız her konuda desteklenmesi ve sonucunda ortaya çıkan bir konu var. Yalnız şunu unutmamak gerekiyor; Yapılan her eylem, her iş, iyi veya kötü bir süreci tetikliyor. İnsanların düşünce dünyasında olabiliyor. İnsanların ve devletlerin pratiklerinde olabiliyor. Bu konuda atılan her türlü vicdan yıkıcı adım ve operasyon günün sonunda uluslararası hegomonik sistemin iflasının hızlandırılması ile sonuçlanacak. Şu anda büyük ölçüde zaten iflas etmiş durumda. İnsanları bir noktada kandırdığı bir alan vardı. Özellikle hegomanik baskı altına aldığı insan gruplarını. Ama giderek o büyüsünü de kaybettiğini görüyoruz. İnsanlık vicdanının anlatılan hikaye ile örtüşmesi için belli miktar samimiyete ve tutarlılığa ihtiyacı var. Filistin meselesinde Batı'nın hem kendine hem dünyaya söylediği bir yalan var. O yalan üzerine de ciddi bir sistem kurulamaz. Giderek kan kaybı da oluyor. Bunu da görüyoruz.

Amerika ve bazı ülkeler stratejik bir akılla hareket etmiyorlar. Metafizik bir inanç haline dönüşen İsrail devletinin desteklenmesi meselesi Amerikan siyasetçilerinin çoğu zaman rasyonel bir politika izlemesinin önündeki en büyük engel. Belli baskı alanlarının da işe yaradığını görüyoruz. Bu Amerika açısından çok kan kaybettirici bir durum. Kendi moral üstünlüğünü son derece kaybettiren ve dünyaya söyleyecek söz bıraktırmayan bir konu. Bu hastane bombalanması meselesi büyük bir insanlık dramı. İsrail ordusu ilk anlarda çıktı "Biz uyarmıştık, sözümüzü dinlemediler" dediler. Bu aslında zımnen bunun kabulüydü. Fakat daha sonra buradan ortaya çıkan moral, pozisyon kaybının getireceği dezavantajı hesaba kaytan daha farklı kesimler, Biden'da o gün oraya gidiyordu. Hikayeyi değiştirip, başka bir boyuta taşıdılar. Şimdi tabii Biden'ın bu şartlarda oraya gelmesi ve Gazze'deki yıkıma bir bakıma onay verir durumda olması tarih tarafından not ediliyor. Bu birçok insan açısından sürpriz değil ama Amerika için çok daha farklı sonuçları doğurabilecek bir algı ortaya çıkarıyor.

Tahliyeler konusunda talepler var. Şu anda 300 civarında vatandaşımız bunların bir kısmı çifte uyruklu, tahliye talebini gündemde tutuyor. Yani biz tahliye etmek istiyoruz. Bunun yanı sıra KKTC vatandaşlığı olan, başka ülke vatandaşlığı olan ama bizim tarafımızdan tahliye edilmek isteyenler var. Bunların sayısı toplamda şu an 700 civarında. Krizin ilk bir iki gününde vir miktar vatandaşımızı tahliye etmiştik. Sınır kapısı bombalanmadan önce. Geçişler şu an durmuş durumda.

Burada şöyle bir problem var İsrail, sınır kapısının açılıp sivillerin oradan çıkmasını istiyor. Mısırlılar ise insanların gelmesini değil, içeriye yardımların girmesini istiyor. Çünkü İsrail'in istediği Gazze'den çok daha fazla sivilin çıkması ve geri kalan yerde çok daha rahat askeri operasyon yapabilmek. Şimdi tabii bu Mısır tarafından kabul edilebilecek bir durum değil. Ben de Kahire'de olduğum dönemde Mısır'ın bu konuda yanında olduğumuzu söyledik. Çünkü bölgedeki Mısır, Ürdün ve Lübnan'ın Gazze sorunu ile birlikte istikrarsızlaştırma sorunu içerisinde olduğunu görmekteyiz. Biz Türkiye olarak bu ülkelerin istikrarsızlaştırılmasına karşı olduğumuzu ifade ediyoruz. Dolayısıyla sınır kapısının ne zaman ve hangi şartlarda açık olacağı şu anda bir tartışma konusu.

Bu konuda çalışıyoruz. Bizim için önemli olan sorunun herkes için iyi olacak. şekilde çözülmesi meselesi. Bunun için çalışıyoruz. Tüm taraflarla kanallarımız açık. Katar'ın da bu konuda çabaları var. An itibariyle özellikle bakanlık ve istihbarat teşkilatımız üzerinden yürüyen temaslarımız var.Arabulucuk rolü oynayarak zulmün kanın durması için atabileceğimiz bir adım varsa atıyoruz. Önemli olan kim yaparsa yapsın önceliğimiz kanın ve barışın tesisi.

Eğer sahici ve kalıcı barışın peşinde olacaksa, bunun nasıl olacağı sorusunun cevabı birazda tarihte yatıyor. Garantörlük konusu aslında bölge ülkelerinin meseleyi aktif olarak sahiplenme meselesi bir şekilde bölge ülkeleri Filistinlilerle beraber elini taşın altına sokacaklar. Varılan anlaşmaya uymasını sağlayacak ve kendi halklarının da bu anlaşmanın tarafı olduğu vurgusunu devam ettirecek bir garantörlük sistemi. Aynı şekilde israil tarafından da işin içinde garantörlerin olması gerekiyor.

Amerika'nın koşulsuz desteği ile israil geçici zaferleri çok elde etti ama kalıcı bir güvenli barış hiç elde edemedi. Her bir krizde bir öncekinden daha fazla vatandaşı ve askeri onun da ölüyor.

Bölgedeki diğer dostlarımızın bunu uygun bulması durumunda biz bu konuda rol oynayabiliriz diye düşünüyorum. Tabii İsrail tarafında dakimler araya girecek kimler garantör olacak görmek gerekiyor.

Alternatifi, aktörleri, kapasitelerini biliyoruz. Alternatifi çok kötü, buradan kalıcı bir barışı tercih etmezsek. Bölgede kalıcı bir savaş ve istikrarsızlık bizi bekliyor.

Mısır'daki zirveden beklentimiz, umarım çok olumlu şeyler çıkar. Somut adım atmaya gelince İsrail'i durduracak adımı hiç kimse atmıyor. Arkasına bir yaptırım koymadığınız zaman eleştirilerin bir anlamı olmuyor. İsrail, kapasitesi kendisinden daha az olan bir rakibi döverek, ezerek sağladığı geçici zafer hissinin ona uzun vadeli bir emniyet ve barış ortamı sağladığını düşünüyor burada da büyük bir yalan var. Kimin ne zaman saldıracağını bilemiyorsunuz niye çünkü başkasının toprağını işgal etmişsiniz.

EditörEditör