https://www.basin54.com/files/uploads/user/58241.jpg
Metin Nişancık

Ders olmuyor mu ?

16-08-2023 22:34

İnsanlar hatalarından ders çıkarırlar, bir daha tekrarlamazlar.

Toplumlar yaşadıkları felaketlerden ders çıkarırlar, benzer felaketleri bir kez daha yaşanmamak için önlem alırlar.

Acaba bizler, toplum olarak “felaketlerden ders çıkarmasını” biliyor muyuz?

Bu soruya “evet” yanıtını vermek mümkün mü?

En basitinden, 17 Agustos 1999’da Gölcük depremini yaşayan Türkiye, eğer bu felaketten ders çıkarmış olsaydı, 6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli 7 ili kapsayan büyük depremde böylesine yıkım yaşar mıydı?

50 bin 783 vatandaşımız hayatını kaybeder miydi?

Demek Gölcük depremi, bu ülkeyi yönetenlere “ders” olmamış.

Peki, Kahramanmaraş, Gaziantep, Osmaniye, Hatay, Kilis, Adıyaman ve Malatya’da yaşanan son deprem felaketi, acaba bu ülkeyi yönetenlerin aklını başına getirecek mi?

Hiç sanmıyorum.

İşte görüyorsunuz, “kader” deyip, “takdiri ilahi” deyip acıları bastırdılar, unutturdular ve depremi toplumun gündeminden çıkardılar. 

Son depremden sonra tek bir kişi gerçeği konuşmuştu:

Prof. Dr. Ahmet Ercan…

Ne demişti Ercan?

“Deprem, takdiri ilahi değil, takdiri siyasidir.”

Gerçek buydu.

Ülkemizi kötü yönetenler, kendi kusurlarını örtmek için halkın yaşadığı deprem, maden kazası ve sel gibi felaketlerin suçunu hep “ilahi takdir”e attılar, atmaya devam ediyorlar.

Ne yapalım, takdiri ilahi!

Ne yapalım, kader!

Bu, bir “dinsel sığınma” yöntemidir.

Bu, yoksul ve cahil halkı dinle kandırma ve suçluluk psikolojisi içinde “sorumluluktan kaçma” yöntemidir.

Suç bizde değil, “ilahi takdir” böyle!

Konuyu biraz daha açalım

Depremlerde “ölüm” ve “binaların yıkılması” kaçınılmaz mı?

İki soru daha…

Neden zengin ve kalkınmış ülkelerde değil de, fakir ve geri kalmış ülkelerde her depremde çok sayıda can kaybı oluyor ve bina yıkılıyor?

Cahillik ve yoksulluk ile “depremlerde can kaybının çokluğu” arasında bir paralellik var mı?

Bakın, deprem bilimci Prof. Dr. Ahmet Ercan, 1 Kasım 2020’de yaptığı bir konuşmasında bu konuya şöyle açıklık getiriyor:

“Bir ülkede ekonomi ne kadar bozuksa deprem o kadar öldürücü olur. Bir ülkede yoksulluğu yenmedikçe depremlerin adı ölüm olur. İnsanlar istedikleri için kötü ev yapmıyorlar.”

Prof. Ercan’ın koyduğu teşhis ne kadar da net değil mi?

Bütün sorunların temelinde “cahillik” ve “yoksulluk” yatıyor.

İnsanlar planlı bir şekilde “cahil” bırakıldığından, neyin doğru neyin yanlış olduğunun ayırdında değiller.

Yine insanlar planlı bir şekilde “yoksul” bırakıldığından, kendilerine sunulan kötü şeylerle yetinmek zorunda kalıyorlar.

Başlarına gelen felaketin sebebinin “kent yağmacılığı”, “denetimsizlik” ve “plansızlık” olduğunu bilmiyorlar.

Peki, suçlu kim?

33 yaşındayım

13 senedir bu şehirde gazetecilik yapmaya çalışıyorum.

Her depremden sonra dikkat ederim, deprem uzmanı akademisyenler gazete, radyo ve televizyonlarda toplumun önüne çıkıp gerçekleri tane tane anlatırlar.

Herkesin anlayacağı dilde…

*Deprem, kaçınılmaz bir doğa olayıdır.

*Deprem insanları öldürmez, binalar öldürür.

* Türkiye, bütün bölgeleriyle deprem kuşağındadır.

*Şu şu kentler, deprem yönünden daha risklidir.

*Deprem riski yüksek kentlerde, binaların yapımında şu teknik şartlara dikkat edilmelidir.

*Eski inşaat stoku hızla yenilenmeli, yeni inşaatların teknik şartnamelere uygun yapılıp yapılmadığı titizlikle denetlenmelidir.

*İnşaatlarda kullanılacak malzemeler, teknik şartnamelere uygun olmalıdır.

*İnşaat yapılacak zeminin ıslahı şarttır.

*Halk, deprem konusunda eğitilmelidir.

Deprem uzmanları, her deprem felaketinden sonra bunları söylerler, ama dinleyen kim?

Devleti yöneten siyasilerin bir kulağından girer, diğer kulağından çıkar.

Çünkü Türkiye’de siyaset “halka hizmet etmek için” değil, “zenginleşmek” için yapılmaktadır, zenginleşmenin en kestirme yolu da kentlerde yaratılan “arsa rantı”dır.

Belediye meclislerindeki oylamalara bakın, parmakların çoğu “imar artışı” için kalkar.

Her imar artışı “para” demektir.

O halde suçlu, ülkeyi yöneten siyasetçilerdir.

Ülke, deprem gerçeğine göre planlanmıyor.

Binalar, deprem gerçeğine göre yapılmıyor.

Ders almamız için daha ne büyüklükte bir felaket yaşamamız gerekir?

1999 Gölcük depreminden ders almadık, başımıza 6 Şubat 2023’te daha büyük bir felaket geldi.

Son depremden de ders alınmadığı, gün gibi ortada.

Tamam da, ders almamız için daha ne büyüklükte bir felaket yaşamamız gerekiyor?

Demek, hiçbir felaket bize ders olmuyor.

Demek, “felaketlerden ders çıkarmaktan” çok uzağız.

Demek, cahillik ve yoksulluk ülkemizi iyice esir almış.

“Deprem ateşini” elbirliğiyle yakıyoruz, kişisel çıkar uğruna bunda bir sakınca görmüyoruz, sonra da gözyaşı dökerek bu ateşi söndürmeye çalışıyoruz.

Mümkün mü?

Değil…

Acımız biraz külleniyor, aradan şöyle üç beş ay geçiyor, sanki hiçbir şey olmamış gibi “deprem suçu” işlemeye devam ediyoruz.

Acı, gözyaşı, sönen hayatlar, dağılan aileler, çekilen sıkıntılar, bize vız geliyor.

1999’da…

*18 bin 373 canımızı kaybetmiştik.

*Tam 48 bin 901 kardeşimiz yaralanmıştı.

*285 bin 211 ev, 42 bin 902 işyeri yerle bir olmuştu.

Bugün bu felaketin 24’üncü yıldönümü.

O felaketin acısını bugün içimde bir kez daha hissediyorum.

Ama şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, ülkeyi yönetenlerin felaketlerden ders çıkarmaması, kaynaklarımızın felaketlerde heba edilmesi, sizler gibi beni de kahrediyor.

Bilin istedim..

 

 

 

Neler Söylendi?